Ampul

100 sene 100 nesne sitesinden
Şuraya atla:kullan, ara

Tanım ve Tarihçe

Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre ampul (Fr. ampoule), içinde elektrik akımı ile akkor duruma gelerek ışık verebilen bir iletkeni bulunan, havası boşaltılmış cam şişeye verilen addır.[1]

Ampul.jpg

İnsanlık tarihinin en önemli icatlarından biri kabul edilen ampulün bulunması için, 1800’lerde dönemin endüstriyel gelişimine paralel olarak, Alessandro Volta, Humprey Devy, Warren De Le Rue, William Staite, Joseph Wilson Swan, Nicola Tesla, Thomas Alva Edison gibi Batı dünyasından pek çok bilim insanı emek sarf etmiştir.[2] Ampulün asıl mucidinin Tesla olduğuna dair rivayetler bulunmakla birlikte; günümüzdeki ampullerin gücünde ve işlevselliğindeki ilk elektrik ampulünün tescili ve patenti, 1870’lerin sonunda Amerikalı mucit ve iş insanı Edison tarafından alınmıştır.[3] Edison’ın, bugün kullandığımız ampulün mucidi olmasından çok; o güne kadar diğer bilim insanlarının üzerinde çalıştığı akkor ampulü geliştirerek kullanılabilir kılması söz konusudur.[4]

Ampulden Önce

Elektrikli aydınlatma dolayısıyla elektrikli ampul kullanımından önce mum, gazyağı, hava gazı, petrol gibi yanıcı maddeler ev içi ve kamusal aydınlatmada kullanıldı.

Osmanlı Kentlerinde Sınırlı Elektrik Kullanımı

Elektrikli aydınlatma teknolojisi, 1870'li yılların sonundan itibaren dünyanın bazı kentlerinde hızla gelişirken, bu dönemde kurulan Elektrik Şirketleri kendilerine farklı coğrafyalarda yeni pazar alanları yaratmıştı. Osmanlı Devleti de altyapı yatırımlarında bir paylaşım savaşına giren uluslararası sermayenin pazar alanlarından biriydi. Osmanlı topraklarında, saray, elçilikler, ticari elitler gibi çok sınırlı ve ayrıcalıklı bir kesim bu yeni teknolojiden faydalanabilmişti.

Refik Halit Karay anılarını kaleme aldığı “Deli” adlı kitabında İstanbul halkının umumi elektrik ile karşılaşma anlarından birini şu şekilde aktarır:

"… İstanbul halkı ilk umumi elektriği nerede görmüştür? Aklımda kaldığına göre Kadıköy-Haydarpaşa hattına işleyen Ferah vapurunda!

Bir gün ahali haber aldı: İdare-i mahsusa yeni bir vapur getirtmişti, saray gibi bir şey… İçinde elektrik varmış; geceleyin bir yandı mı gelin gibi oluyormuş; iki taraftan öyle ışık salıyormuş ki denizi donanma gecelerine döndürüyormuş! Aylarca halk bu vapuru görmeye koştu, elektrik lambalarına hayran hayran bakakaldı. Halbuki ilk elektrik ampulü yuvarlacık, ufacık bir şeydi; içinde tire kadar ince, bir zamanlar hanımların alınlarını süsledikleri akroşkörler biçiminde bir tel helezonu vardı; yanarken bu tel ağır ağır kızarır ve kızılca bir ziya neşrederdi; sönünce de kızıllığı bir müddet sürerdi. Hem sabit bir ışık da değildi, ara sıra titrer, söner gibi olur, tekrar aydınlanır, bir kararda gitmezdi. Ferah vapurununkiler ise daha titrek, daha kızıl ve daha sebatsızdı.

Öyle amma fener ve asma lamba ile aydınlanmış loş vapur salonlarına, kamaralarına alışmış olanlara pırıl pırıl, göz kamaştırıcı ve iç açıcı geliyordu. Ferah, yalnız genişliğinden dolayı bu aldı almamıştı, bol ışıklı oluşunu da hesaba katmışlardı.

Pek iyi hatırlarım: Ferah 'tan evvelki vapurların alt kat salonunun ortasında koyu nefti çuha örtülü bir masa dururdu; bu masaya sütbeyaz fanuslu bir asma lambadan ölgün bir ışık dökülürdü. Halk, birbirlerinin ayaklarına basarak yürür, yerini güç bulur ve yorgunlukla loşluğun tesiri, uyuklamaya koyulurdu. Fena şeyler düşündürücü bu yan karanlık ve derin sükût içinde denizin vapur küpeştelerini mütemadiyen sıvazlayan akışını, hışıltısını dinler, rutubetini hisseder, esnerdim. Yolcuların yüzünde işini bitirip evine dönenlerin neşesi değil, sürgüne gönderilmek üzere vapura irkâb [bindirme, bindirilme] edilmişlerin kederi okunurdu. Çehreler öyle gölgeli, karaltılıydı. Sakalların da tesiri vardı ya!

Ferah'ın elektrikleri bir af ve geri dönüş müjdesi gibi hayata kavuşma şevkini getirmişti; yüzler aydınlandı. Gece seferlerine kalanların adedi çoğaldı."[5]

İstanbul’da 1910’lu yılların başında kent ölçekli bir elektrik santralinin kurulması ve şehre bir elektrik şebekesinin döşenmeye başlamasıyla, İstanbullular ulaşım ve aydınlatma hizmetlerinde elektrikten faydalanmaya başlamışlardır. 1910 yılında İstanbul’un Rumeli yakasının ve Suriçi’nin elektrikle aydınlatılması için Ganz Elektrik Şirketi’ne verilen imtiyaz şartnamesinin ikinci maddesinde lambalara ait bilgiler şu şekildedir: Merkez fabrikanın asgari kudreti şartnamede gösterildiği gibi 3000 kilovat değil, 13400 kilovat olacaktır. Yine imtiyaz sahibinin imtiyaz müddeti boyunca ücretsiz olarak tesis edip cereyan vereceği on iki amperlik ark lambaların adedi şartnamede gösterildiği gibi yüzle sınırlı kalmayıp altı yüz adet olacaktır. Söz konusu altı yüz adet lambadan üç yüz adedinin her biri senede dört bin saat ve diğer üç yüz adedinin her biri senede iki bin saat yakılacaktır. Bu lambalar “etki sistemli” yapılacaktır. Şehremanetinin ark lambalardan toplamı iki yüzü geçmemek üzere bir miktarının her biri 150 mum kuvvetinde madeni telli lambalarla değiştirilmesini talep etmeye hakkı olacak ve bu halde her iki ark lambaya mukabil beş adet madeni telli lamba takılacaktır.”[6]

Ampuller Gündelik Hayatımızda

Balkan Savaşları ve ardından Birinci Dünya Savaşı ile sekteye uğrayan elektriklendirme çalışmaları 1920’lerden itibaren, Türkiye Cumhuriyeti’nin teknolojik ilerleme ve sanayileşme çabalarının hızlanması ile farklı bir boyut kazanmış ve elektrikli aydınlatmanın gündelik hayatta kullanımı artmaya başlamıştır.

Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde elektrikli aydınlatmanın ev içinde kullanılmasına dair: https://dergipark.org.tr/en/pub/viraverita/issue/57861/780888

Elektrik kullanımından kaynaklı ortaya çıkan eşitsizlikler: https://trafo.hypotheses.org/27972

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ankara romanında ana karakterlerden Neşet Sabit’in evine dönerken bir caddede karşılaştığı elektrik ışığının şaşaası karşısında yaşadığı hisleri ve bunun keskin bir biçimde açığa çıkardığı sınıfsal eşitsizliği şu şekilde aktarır:

"Genç adam önüne rastgelen ilk sokağa sapmazdan evvel, dönüp arkasına baktı. Aşağıdaki caddenin elektrik aydınlıkları, buraya kadar aksediyordu. Neşet Sabit, hatırladı ki, İstiklâl Harbi esnasında da evine geç döndüğü akşamlar, Çıkrıkçılar Yokuşu’nun başından istasyonun bir avuç elektrik aydınlığına böyle dönüp uzaktan bakardı. Fakat o bakışla bu bakış arasında, şimdi ufak bir fark vardı. Eskiden, Neşet Sabit, istasyonun lambalarını, alelade bir medeniyet hasretiyle seyrederdi. Şimdi ise, bunlara, bir fukaranın bir zengin malına bakışı gibi bakıyordu. “Şimdi, ben, bu karanlık sokaklarda, ayağımı taştan taşa çarparak yürürken Selma Hanım’ın salonunda dans edenlerin ayakları ayna gibi parlayan parkelerin üstünde akisler yapıyor ve aşağıdaki büyük caddenin iki yüz elli voltluk ampulleri sabaha kadar hiç kimsenin yolunu aydınlatmamak için yanacak… Garp medeniyetinin ne acayip, ne akıl almaz bir taksimi!” dedi. İçinden acı acı güldü. Biraz sonra yorgun argın ve hava ıslaksa paçaları çamurlara bulanmış, kuru ise toza ve gübreye batmış olarak oturduğu eve vuracak, kapısını bir kocaman paslı anahtarla açacak; kavrulmuş soğan ve çirkef suyu kokan bir karanlık avludan geçecek; başını, ayağını oraya buraya çarparak yattığı odaya çıkacak ve uzun bir müddet el yordamıyla kibriti, lambayı bulup nihayet, kirli bir ışığın bulanık aydınlığında kendisine mukadder olan şüpheli bir rahata kavuşacaktı. Oturduğu mahallede, henüz hiçbir evin ne elektriği, ne suyu vardı. Elektrik çok pahalıya mal oluyor, yanaşılmaz bir lüks telâkki ediliyordu. Suya gelince, onun tesisatı henüz bitmemişti (Karaosmanoğlu, 2004, s. 123-24).

İstiklal Savaşı sırasında Neşet Sabit için medeniyeti simgeleyen istasyonun ışıkları, yıllar içinde toplumun farklı sınıfları arasında eşitsizliği ve adaletsizliği görünür kılan ışık huzmelerine dönüşmüştü.

Ampul Reklamları

Dönemin gazete ve dergilerinde ithal edilen ampullerin reklamlarının yanı sıra, bu ampullerin nasıl kullanılması gerektiğine dair de tüketicileri yönlendiren bilgiler yer almıştır. Bu reklamlar özellikle orta sınıf kadın tüketicileri hedeflemiş ve sevgi, neşe, konfor, huzur gibi duygusal bir içerikle sunulmuştur.

Osram Lamba, Cumhuriyet 1930.jpg


Ziyadan İktisat Etme Ameli Elektrik 1932.jpg











Ampul Hırsızları

Erken Cumhuriyet Dönemi'nde ampulün halen bir lüks tüketim kategorisine girdiğini ve ampule çokça ihtiyaç duyulduğunu, 1930’lu yılların gazete haberlerinde sayıları gitgide artan ampul hırsızlıklarından anlamak mümkün:

"Ampul aşıran bir şebeke: Son günlerde dükkanların önlerinde yanan elektrik ampullerine bazı hırsızlar dadanmış ve birçok dükkanların ampulleri aşırılmıştır. Tahkikat neticesinde bunun bir şebeke tarafından yapılmakta olduğu anlaşılmış ve Tophane’de Saim isminde birisi yakalanmıştır. Saim’in şerikleri taharri edilmektedir." (10 Şubat 1931, Cumhuriyet, s. 4.)

İlk yerli Ampul Şirketi’nin kurulması (1945)

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP-AK Parti) ve Ampul

Ak parti.jpg

2002 yılında, şiddetli bir ekonomik kriz, koalisyon hükümetlerinin istikrarsızlığı ve şiddetlenen çatışma ortamına tepki olarak % 34’lük seçmen desteğiyle tek parti olarak Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde iktidara gelen ve o günden bu yana tek parti olarak iktidarda kalan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin logosu etrafa ışık saçan bir ampuldür.

2013’teki Gezi Direnişi, 2015’te Barış Süreci’nin bitirilmesi ve 15 Temmuz darbe girişimi ile otoriter ve baskıcı tutumunu kademeli olarak arttıran AKP, devlet bekası söylemine dayanan ve zor aygıtlarıyla devam ettirdiği iktidarını korumak için bugün, parti kapatma da dahil her türlü yönteme başvururken; aydınlığı ve şeffaf bir yönetim anlayışını temsil etmesi gereken ampul simgesi giderek daha ironik bir hal almaktadır.



Katkıda bulunanlar: Bermo, Ezol, Hakan, Zeytin